FERYAT
Yalnızlık mı dedim önce.
Zor geldi, yalın geldi adı bana.
Yalnızlığa bir tarif gereklimiydi acaba.
Sadece yalnız olmak yeter miydi,
Onun o tılsımlı hecelerini söylemeye.
Birden düşündüm,
Ömrünü yalnızlığa adamış kaç zat vardı.
Yalnızlığa kelepçe vurabilir miydi sözcükler…
Onun acı tadını, yamalayıp süsleyebilir miydi mısralar…
Evet…
Yazmak çözüyordu düğümleri.
Onca uğraşın sonunda içinizde kararan düşleri aydınlatıyordu.
Çoğu yapıyordu bunu.
Böyle başlıyordu şiir gibi, roman gibi, yaşantılar,
Yaşanmışlar ve yaşanacaklar.
İçimde mürekkebini akıtan o kalemi susturamıyordum.
Kalemin tek namlusunda başlıyor
ve kırıldığı noktada bitiyordu bütün feryatlar.
Hezeyanlar başlıyordu beynimde artık.
Bir yenisi ekleniyordu ömrümün geri kalan hayatına.
Kızıyordum aklım sıra;
kendime, yaşantıma, sevdalara.
Üç kuruşa meze olmuş aşıklara...
Hafife alıyorlardı hayatlarını.
Sevmenin o kutsal duygusunu hiçe sayıyorlardı.
İyiliğin arkasında kötülüğü kaynatıyorlardı.
Hazmedemiyordum öylelerini!!!
Senin gibilerini…
Canımı yakmıştı bu satırlar benim.
Seni düşünüp feryatlara döndü yine satırlarım.
Bu dugular kör,
Sadece kör değil nankör.
Bilmiyorum kaç mizahta asılı kaldım
Bilmiyorum sensizliğin acısını kaç kere tattım.
Her mısrada sana sitem, her satırda sana kahır yazdım.
Ve sen yine Gittin…
Beş para etmez yüreğinle defolup gittin.
Hiç kaybolmuşluğu tatmadan,
Sensizliği satmadan;
Yüreğimi eze,eze gittin.
Sensizliğe son nidam dedirtmeden,
Yağmurları dindirmeden, yaktığın ateşi söndürmeden gittin.
Sana seni anlatanın aklı zarar,
Sende sebep bulanın ömrü yazar,
Senden sana akan bütün yürekler kanar…
Şimdi;
Kararsızlığın aynasında kör bakıyorum artık dünyaya.
Yazıyorum sürekli, sanki yazmakla her şey çözülecekmiş gibi.