Uğrun
Uğrular almış, uğrun-uğrun. (Hırsızlar almış, gizli-gizli)
Onlardaki kötülük, bizdeki iyiliğin zerresi etmez!
İyi olanlar ve sevdalılar vardır bu hayatta. Kara sevdalılar. Tıpkı kırmızı bir elma gibidirler. Birleştirir ve bütünleştirirler. O yüzden biz olmayı temsil ederler. Çünkü kırmızı elma Anadolu'da yetişen, hoş aroması ile karakterize olmuş bir elma çeşididir.
Birde ne kadar kırmızı elma yerse yesin asla karakterize olamayan kalbi karalar vardır. Onların bir adı yoktur. Her şekle girerler. Her şeyleri gizlidir. Çünkü karanlıktırlar. Biz onlara genel olarak kötüler deriz.
Doymak değil, doyumsuzluktur!
Dünyaya bakarak insanları ele alalım. Biraz düşünelim. Baktıktan sonra bir de görmeyi deneyelim. Nasıl mı? Bakış açımızı değiştirerek. Önüne konan yemeği herkes yer. Ancak çok azı bu yemeğin nasıl yapıldığını merak eder. Biz merak edenlerden olalım. Çünkü dünyada ki kötüler ve kötülükler de böyledir. Susup önümüze geleni sorgulamadan yediğimiz sürece aç kalmayız ama doyduğumuzu sanmaya devam ederiz. Ancak nasıl yapıldı, içinde ne vardı diye sorgulamaya başladığımız an tabak önümüzden çekilir ve görünür de aç kalmış oluruz.
Asıl Açlık Sorgulamayı Yitirmiş Bir Beynin Yediği Yemektir.
Esasen asıl açlık sorgulamayı yitirmiş bir beynin yediği yemektir. Çünkü sorgulamadığın da miden doyar ama beynin hep aç kalır. Bu da zamanla hazırcı, düşünmeyen, üretemeyen, üç kuruşa beş köfte mantığını tamamen bünyeye yerleştirir. Sen de doyuyorum nasılsa diye yer durursun. Oysa bu doymak değil, doyumsuzluktur…
Hâlbuki işin aslı öyle değildir.
Dünya da açlık diye bir şey yoktur. Aç gözlülük vardır.
Paylaşmayı bilmeyen, kendisini haklı gören herkesi; doğru kabul edebilen, onlardan başkasına tahammül etmeyen, yardım etmeyen, egoları tavan yapmış, dünyanın sadece kendileri ve kendi fikirleri etrafında döndüğünü sanan insan görünümlü kötüler ve kötülükler vardır.
Kendilerine tahammül edildiği sürece daha çok büyürler. Besin kaynakları budur. Sömürmek, haksızlık, kaos, ayrıştırma, bölme, parçalama ve dağıtmadır. Böl, parçala, yok et. Zaten asli görevleri budur. Bütün amacı budur. Aslında sorun da onlar değildir. Çünkü onlar görevini son hız yapmaktadırlar. İyilerin ve iyiliklerin oluşturduğu her şeyi yok etmek.
Aklını Kullanamayan Aklına, Kalbini Kullanamayan Nefsine Yeniliyor.
Asıl sorun görevini layıkıyla yapmayan bizlerdedir. İyiliğin temsilcisi olan bizler. Çünkü onların büyümesine ve içimizde yaşamalarına bizler müsaade ediyoruz. Bunu da en kolay girebildikleri şey ile yapıyorlar. Akıl ve Kalp…
Aklını kullanamayan aklına, kalbini kullanamayan nefsine yeniliyor. Ve kaleler bir-bir içerden fethediliyor. Sonra da diline hâkim olamayan aşırıcı; aracılar tarafından (Biz onlara bazen ahmak da deriz) damlaya damlaya yayılıyorlar.
Çünkü bizler damlaya damlaya göl yapamıyoruz…
Misal;
“8 yıl önceydi. Çocuklar ile kar görmek için Mersin’in yaylasına çıkmıştık. Yollar çok kalabalıktı. Çok yukarılara çıkamadan bulduğumuz ilk bölge de istediğimiz anı yaşayıp geri dönüşe geçtik.
Dönüşte kısa bir mola vermek için durduk, aracımızı kilitleyip hemen ilerisinde tatlı satan bir mekâna doğru yürüdük. Olacak bu ya, telefonu arabada unutmuşuz. İnsanlık hali bilirsiniz. Gayet masum.
Sonra organize bir çete aracımıza yanaşıp, (takip edilmişiz tabi) kilitli kapıyı çok profesyonel bir şekilde kendi araçlarını bizim aracımıza yanaştırarak; bir güzel kapıyı açmışlar telefonu ve diğer çantaları hızlıca alıp kaçmışlar. Üstelik beş on dakikalık bir süreç.
Biz bunu daha sonra kameradan izledik. Elimizde görüntüler de var. Başımıza gelen olayı eşe, dosta anlatıyoruz sohbet esnasında, verilen tepki; suç sizde, arabada telefon bırakılır mı? Suç sizde kapıyı kilitlememişsinizdir? Suç sizde değerli eşya arabada bırakılır mı?
Düşündüm, düşündüm, düşündüm…
Dedim ki, HIRSIZIN HİÇ Mİ SUÇU YOK?
Araç bizim, yol bizim, halis niyet bizim, ama suçlu yine biziz.
Yayılmacı ve yağmacı kafalara müsaade etmeyi o an reddettim. Hayır, kardeşim burası benim, burası bizim asıl suçlu bizim olanı almaya yeltenendir. Ben suçlu değilim ki, susayım o haklı diyeyim. Tam tersini düşünerek hakkımı korumayı ve savunmayı seçtim. Olması gerektiği gibi…”
Onlar, Karakterden ve Kişilikten Yoksun Kişilerdir.
Elbette kötüler, kötülükler olacak. Zaten onun için varlar. Amaçları bu. Fakat bizlerin, iyilerin, insan olanların amacı da bunlara dur demek, diyebilmek. Önce bizim olana benim diyerek sahip çıkabilmek. Asıl mesele bu.
Bizler onlara sessiz kaldığımız, hakkımızı aramadığımız, geri çekildiğimiz, bencilce davrandığımız için bu kadar büyüyebiliyorlar.
Hırsız her zaman hırsızdır. Telefonu çalanda hırsızdır. İzinsiz evine giren de hırsızdır. Başkasının emeğinin üstüne konan da hırsızdır. Sana ait olanı izinsiz kullanan da hırsızdır. Yanlış olduğunu bildiği halde buna çanak tutan da hırsızdır. Velhasıl hepsi kul hakkıdır. Ve tabi ki en nihayetinde ahlak yoksunluğunun göstergesidir. Buna tenezzül eden insanlar her şeye tenezzül ederler. Karakterden ve kişilikten yoksun kişilerdir.
Dur diyebilmekte bir sorumluluktur.
Asıl ahlakı değerler Akıl ve kalptedir. Aklıyla aldatmayan insan ahlaklıdır.
Aklıyla satmayan insan ahlaklıdır. Kalbinde merhamet barındıran insan ahlaklıdır.
Kalbinde iyilik barındırıp bunu topluma millete mal edebilen insan akıllıdır ve ahlaklıdır.
Yanlış yaparak kazanan değil.
O yüzden doğru olanda hakkını arayabilmek, sessiz kalmamak ve bunun için de dur diyebilmekte bir sorumluluktur.
Çünkü vebali büyüktür. Kul hakkıdır. Ki bu hak, çok önemlidir.
Düşün ki, seni yaratan Allah bile senin olanın hakkını sana bırakmış. Her şeyle gel ‘kul hakkıyla’ gelme, senin olan senin, kararı sen verirsin; kahrını, acısını, sen çektin bu hak senindir demiş. Yüceliğin ve inceliğin idraki karşısında aklım ve kalbim titriyor.
Çünkü ‘Allah’ adil olandır.
Bizler yola çıkarken niyetimizi bilip yolumuza hesap mantığı ile değil, halis duygular ile çıkan insanlarız. Biz hep buyuz. O sebeptendir ki güvendiğimiz şey sadece ve sadece yüreğimizdir. Pusulamız kıblemizdir. Gücümüz inancımızdır.
Dünya da ki hiçbir mücadele sadece ve sadece strateji ile kazanılmaz. Hesap ederek yapılan ve elde edilen hiçbir şey başarı getirmez. En başta inanmışlık ve adanmışlık ilkesi evvela savunmacı bir yürek lazımdır.
Ortak alanımız yaşadığımız evimizdir, mahallemizdir, şehrimizdir, ülkemizdir.
Doğal olarak aynı dünyayı paylaşmak zorunda kaldığımız kötüler ile en çok da bize ait olan şeyin ne olduğunu bilmemiz ve idrak etmemiz gereklidir. Akıl lazımdır, yürek lazımdır. Ve bunu benimsenmiş her değerde, öncelik olarak kabul etmek lazımdır. Ortak alanımız da yaşadığımız şehrimizdir, ülkemizdir.
İyiyi ve kötüyü anlayabilmek için de esasta milli olmak, milliliği savunmak bunu yaşatmak ve kalkındırmak için önce benimsemek gerekir. Her yerde, her şeyde, her durumda…
Temiz gönülle hizmet eden, bunun için yaşayan, yaşatan, gerektiğinde ölüme koşan, gerektiğinde susan, gerektiğinde konuşan, gerektiğinde göğsüne kor basan her değer bizimdir. Bundan dolayıdır ki, hırsız deyip geçmeyin, hırlayanı var hırlamayanı var…
İşte bu yüzden;
Bizler; çanak tutan değil, çadır kuranlarız.
Bu güzel memleket için sevdamız deyip uğrun-uğrun yananlarız.
Her türlü kötülük ile vazife bilip mücadele edenleriz.
Onlardaki kötülük, bizdeki iyiliğin zerresi etmez!
Albızlar alsın onları, uğrun-uğrun…