ÜLKE, MÜTEAHHİT ÇÖPLÜĞÜ…

Ülkemiz 7.9 şiddetiyle 1939 yılında Erzincan depremi ile yaşadığı en büyük yıkımın ikinci büyük dalgasını on ili kapsayan merkez üssü Kahramanmaraş /Pazarcık ve Elbistan olan 7.7 ve 7.6 şiddetinde iki depremle yaşarken Kahramanmaraş ve Hatay başta olmak üzere en büyük hasar ve can kaybının olduğu Adıyaman, Malatya, Gaziantep dahil on ilimiz neredeyse yerle bir oldu. Ve bugün itibarı ile kaybettiğimiz can sayısı 32 bin civarı…

Doğal afetler tıpkı deprem gibi insan iradesi dışında Allah’ın takdiri ile gerçekleşen tabiat üstü olaylardır. Ancak olabileceği ilmen öngörülen bu tabiat üstü olayların insan ve inşa üzerindeki etkisini azaltmak veya ortadan kaldırmak ise insan iradesi ile ilgilidir.

Klişe bir terim vardır. Zira hepimiz biliyoruz ki deprem değil ihmal yani inşaat yönetmeliğine aykırı yapılan yapı öldürür.

Bugün itibarı ile yaşadığımız bu büyük yıkım nedeniyle müteahhitlik sektörü yeniden sorgulanmaya başlandı. Geçmişte 1999 depreminden sonra da sorgulanmıştı. Beş ili kapsayan 1999 Marmara depremi, 17 km. derinlikte Gölcük merkezli 7.4 şiddetinde olmuş yaklaşık 18 bin kişi hayatını kaybetmişti. On binlerce bina yıkılmış yüzlerce müteahhit sorumlu olmasına rağmen kurban olarak bir şahıs yargılanmış yanılmıyorsam 6 yıl gibi bir süre ceza evinde yattıktan sonra çıkmış müteahhitlik hizmetine kaldığı yerden devam etmiş bir süre sonra da vefat etmişti.

Ülkemizi müteahhitlik sektöründe dünya ülkeleri ile mukayese ettiğimizde 85 milyonluk ülkemizde 350 bin, 83 milyona sahip Almanya’da 3 bin 800, 27 ülkenin oluşturduğu AB’de ise toplam 25-30 bin aralığında koskoca 1,5 milyar nüfusa sahip Çin’de bile topu topu 6 bin gibi müteahhitlik hizmeti veren sektör düşünüldüğünde ülkemiz bir müteahhit çöplüğü ifadesinin nereye oturduğunu görebilmek mümkündür.

Bunda pragmatist kaygı ve semptomların kar beklentisi üzerinden büyük oranda ranta dönüştüğü algı oluşumunu yadsımamak gerekiyor. Zira bu sektörün bankacılık veya borsa gibi finans sektörlerine göre daha yüksek kar algı beklentisi bu sektöre eğilimi tetiklerken elinde kayda değer bir sermayesi olan marketçisinden lokantacısına daha sayabileceğimiz ilgili ilgisiz onlarca meslek  erbabının bu alana yönelme eğilimine şahit olduk.

Ranta dönüşen müteahhitlik sektörünün bugünkü durumunu özetleyen tablonun en önemli iki nedeni ‘’ LİYAKATSİZLİK ve YAPTIRIMSIZLIK’’

1990 yılında sadece bir iş için ülkemize gelen ve sonrasında büyük projelerde görev almış Japon deprem uzmanı ve Yüksek Mimar Yoshinori Moriwaki’yi bir TV programında dinlediğimde Japonya’da ki müteahhitlik sektörünü anlatırken Mimarlık/Mühendislik lisans programını bitirdikten sonra belli aşamaları geçtiğini bu aşamaları geçtikten sonra imza yetkisine haiz olabileceğini ifade etmişti.

Misal bir Mimar/Mühendis mezun olduktan sonra bir inşaat şirketinde veya devlet sektöründe en az 2 yıl staj görmesi gerektiğini ardından devlet tarafından açılan doktorlarda uzmanlık sınavı olan TUS benzeri bir sınavda başarılı olması halinde imza yetkisine kavuşacağını ifade etmişti. Ayrıca meslekten men ve ağır hapis cezaları gibi imza atarken iki kez düşünmesi gereken yaptırımlar olduğunu anlatmıştı.

Bu demek değildir ki ülkemizde işini iyi yapan ehil inşaat şirketleri veya müteahhitler yok…  Türkiye dünyada Çin’den sonra müteahhitlikte dünya ikincisi… Daha önceleri bu sıra ABD’nindi. ABD 2022 itibarıyla üçüncülüğe düşerek bu sırayı Türkiye’ye kaptırdı.

Artık müteahhitlikte bir ciddiyet gerekiyor. Müteahhitlik sektörüyle ilgili sorgulama başladıktan sonra müteahhitlik yetki belgesi için ne gerekiyor diye arama motoruna girdiğimde öncelikle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İl Müdürlüklerine başvuru yapabilmek için önce 18 yaşını tamamlamış olmak, sonra yetki belgesi başvuru formu doldurulması gerekiyormuş. Sonra şirket vergi levhası, oda kayıt belgesi ve yatırılan ücretten sonra bu evrakları bir başvuru dilekçesine bağlayarak kuruma sunmak yeterliymiş.

Ortada ne bir tecrübe ne bir teminat ne de kendini belli projelerle ispat etmiş bir yetkinlik ve liyakat şartı mevcut…

Dolayısıyla bugün yaşadığımız ve sadece bugünün meselesi olmayan bu sektörü sil baştan değiştirip dönüştürmemiz bu sektöre bir ciddiyet yetkinlik ve liyakat kazandırmamız gerekiyor. Önüne gelenin bu belgeyi alamayacağı bir sürece tabi olacağı bir yapıyı bir oluşumu yeniden güncellememiz gerekiyor.

Her yıkımın müsebbibi müteahhitler bir bir tutuklanıyor. Kimin yakını kimin referansı olduğuna bakılmaksızın bu ülkeye bu acıyı yaşatan içimizi acıtan her bir can için sadece müteahhitlerin değil bu projelere imza atan mimarından mühendisine yerel idarelerdeki kamu görevlilerine kadar herkesin bu sorumluluğa dahil olması gerekiyor.

Yargıtay içtihatlarına baktığımızda geçmişteki yargılamalar genelde ‘’ bilinçli taksir’’ suçu üzerinden yapıldığını gösteriyor.

Bilinçli taksir; öngörülebilecek netice için gerekli dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranma fiilidir.

Olası kast ise; suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen sonuçlarını kabullenmesi fiilinin işlenmesidir.

Burada bana göre bilinçli taksir suçu değil olası kast suçu işlenmiştir. Dolayısıyla sorumluların 5237 sayılı TCK’nun 22/2 maddesi gereği en fazla 4,5 yıl olan ‘’ bilinçli taksir ‘’ suçu ile değil 5237 sayılı TCK’nın 21/2 maddesinde görüldüğü üzere ‘’ olası kast’’ suçu ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası üzerinden müebbet hapis cezası ile cezalandırılması gerekir.

Ülke olarak birçok alanda büyük dönüşümler yaşadık ve yaşıyoruz. Artık bunun zihniyet algısına da tebdil etmesi bir zihniyet değişikliğine evrimleşmesi gerekiyor.

YORUM EKLE