BÖLGESEL GÜÇTEN, KÜRESEL GÜCE…

Eskiden ülke olarak şu iki kavram arasında gidip geliyorduk.

‘’Yön veren devlet miyiz; yön verilen devlet mi?’’

Eskiden, ıskaladığımız dönüşümlerin ve değişimlerin bedeli, belli bir süre sonra başkaları tarafından konulan kurala uymak zorunda kalan ve yönetilen ülke olmaktı.

Son 20 yılda birçok tehditler aldık. Boyun eğmedik. Biliyoruz ki tehditler; başkalarının koyduğu koşullara uyma, tasarladığı planlara piyon olma ve belli bir süre sonra devlet olarak bir değeriniz ve karşılığınızın olmaması idare edilen veya yönetilen devlet olarak daha öte gidemeyişinizin karşılığıdır.

Bugün bunları büyük ölçüde aştık. Artık tartışmasız yön veren bir devletiz. Bunu Mavi Vatan’da, Libya’da, Suriye’de, Azerbaycan’da   ispat ettik.

Bir kere küresel güç olmanın yolu; strateji ve potansiyel ikilisi veya ilişkisinin birbirleriyle uyumlu olmasından geçer.

Bu ikiliden birisi eksikse büyük yol kazaları yaşar küresel güç olacağım derken bölgenizdeki bölgesel güç olma varlığınızın sorgulatılmasına zemin hazırlamış olursunuz.

Bugün Türkiye bölgesel güç olmaktan küresel güce doğru evrilirken bu iki donanımını iyi kullanarak küresel güç olmayı aklına koymuş olmalı ki kendi perifer coğrafyasını aşarak başka coğrafyalarda başka ülkelerin kaderini değiştiren operasyonlara imza atıp balans ayarı yaparken, kendi lehine güç dengesi oluşturmaya çalışıyor.

Geçmişten gelen potansiyel ve strateji dengesinin oluşturulamamasından kaynaklanan diplomatik yetersizliğini veya silik diplomasızlığını ortadan kaldırarak Ortadoğu başta Kuzey Afrika, Balkanlar ve Kafkas’lar da Türkiye’siz bir denge politikası izlenemeyeceğini, masaya oturulamayacağını   dosta düşmana ilan etmiş durumda.

Dün olduğu gibi bugün de koşul değiştirme kabiliyetine sahip güçler; büyük ve küresel devletlerdir.

İkinci dünya savaşından önce denge değiştirebilme potansiyeline sahip ülkeler başta İngiltere olmak üzere Fransa iken ikinci dünya savaşı sonrası İngiltere’nin yerini gerek Ortadoğu veya  Uzak Doğu gerekse Atlantik ve Pasifik  ölçekte ABD alırken, bu gün ABD ile beraber Rusya ve yeni bir aktör olarak Türkiye bu küresel potansiyele sahip olma adayıdır.

Bunu nereden biliyoruz. Suriye ölçeğinde gerek DEAŞ gerekse PYD/PKK terör guruplarına vurduğu büyük darbeler gerekse Libya periferinde kaybetmekte olan Ulusal Mutabakat Hükümetine verdiği lojistik ve silah desteğiyle gayrimeşru darbeci General Hafter’i sahadan silen potansiyeliyle gerekse Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarına sahip çıkarak ve Libya hükümetiyle imzaladığı deniz yetki alanları sözleşmesi ve bunun BM de tescil edilmesiyle kanıtlamıştır.

Ayrıca Azerbaycan ordusuna verdiği lojistik ve İHA’ lar marifetiyle otuz yıldır işgal atında olan Karabağ’ın devam eden geri alınma sürecinde oynadığı rolle bölgesel aktör olma potansiyelini küresel aktör olma yönünde perçinlemiştir.

Bugün artık dünya biliyor ki Türkiye’nin taraf olduğu hiçbir zeminde Türkiye’siz bir çaba beyhudedir.

Üstelik Türkiye’yi diğer küresel aktörlerden ayıran yönü koşul değiştirebilme potansiyelinin sırf silah gücüyle elde ettiği bir sonuç olmamasıdır. Türkiye’nin derin gücü, hard power (sert güç) gücüyle insani yardımlarla ulaştığı soft power (yumuşak güç) gücünü iyi kullanarak konvansiyonel gücünü insancıl duruşuyla pekiştirip gönül coğrafyasını genişleterek de sonuç alabilme özelliğine sahip olmasında yatmaktadır.

Kendi kendilerine atfettikleri batı değerlerini sadece kendi insanları için kullanan doğruya doğru haklıya haklı diyemeyen batı; bugün konvansiyonel gücüyle ayakta durabilmekte bunlar ellerinden gittiğinde linç girişimine uğrayacak bir kadavra pozisyonundadır.

Elbette şimdiye kadar elde edilen kazanımlar kolay olmadı. Epeydir bu düzlem üzerinde birilerine tutunmadan kendi dengemizi kendi kabiliyetimizle sağlayarak yürümeye çalışıyorduk.

Türkiye bugün üzerinde yürüdüğü düzlemi suni sarsıntılarla sallamalarına, belli bir yöne ve istikamete kaydırmaya çaba göstermelerine bu dengeden düşürülme çabalarına rağmen farkına varabildiği kabiliyetiyle kendi yolunda yürümeye devam etmektedir.

Küresel projeksiyonun sürekli değişim yaşadığı bir çağda yaşıyoruz. Bu değişimde atıl kalmak, tereddüt etmek belki biranda farkında olmadan geriye gitmenin treni kaçırmanın sonucu olabilir.

Çünkü biliriz ki gelen imkân ve fırsatlar, önü kesilerek yakalanır peşinden koşularak değil. Çünkü bir imkân ve fırsatı kaçırdıysanız onu bir daha yakalamanız zor hatta imkânsız hale gelebilir. Son 20 yıldır bunu yapmaya çalışıyoruz.

İnsan veya devlet bir kere kendi gücünün farkına varabilirse yeri geldiğinde kural koyabilmenin, oyun bozabilmenin tadını alabildiyse sürekli dayatılan ve tekrarlanan ‘’ kanıksanmış çaresizliğin ‘’ artık arkaik kalmış modası geçmiş bir kader olduğunu anlayabiliyor.

Hala iddiasını veya ülkesinin geleceğini batının kokuşmuş çöplüğünde arayan her fırsatta batıyı öven, örnekler veren koşulsuz batının tüm değerlerine biati esas alan içimizdeki mandacı işbirlikçi ve Truva atlarına şunu söylemek istiyorum.

Henüz çok geç değil…Tam bağımsızlık yolunda istikrardan yana bir duruş sergileyin ki torunlarınıza anlatacağınız ONURLU bir hikayeniz olsun!

 

YORUM EKLE