KIBRIS ÜZERİNE

Kıbrıs’a insanların yerleşimleri on bin yıldan fazla süreye dayanmaktadır. Bu coğrafya birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Bundan dolayıdır ki her daim sahip olunmak istenilen bir coğrafya olmasının yanı sıra getirdiği birçok savaş, devlet, medeniyet yıkımlarına da sahiptir. Bir noktada Kıbrıs Adası’na sahip olan ülkenin yaşanılan her çağda Akdeniz’de en kuvvetli ülke olduğunu ve Akdeniz’e hâkim olduğunu görüyoruz.

1571 ile beraber Osmanlı Devleti’nin yönetimine geçmiş Kıbrıs,  1800’lü yılların sonuna kadar aralıksız ve sorunsuz bir idare görmüştür. Dört sancağa bölünen Kıbrıs bir eyalet şeklinde idare olunmuştur. Yüzyıllarca bu sistemle idare olunan Kıbrıs 1878 yılında dönemin ağır şartları gereği İngiltere tarafından ilhak olundu.

Rusya’nın doğu Anadolu’da yaratmış olduğu baskı nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu, 1878’de İngiltere ile bir ittifak antlaşması yapmıştır. İki maddelik bu antlaşmanın ilk maddesine göre; Rusya, Batum, Ardahan ve Kars’ı işgal altında bulundurduğu sürece ve Osmanlı devleti ile gelecekte yapılacak barış antlaşmasında belirlenecek sınırları ihlâl ederek, bu devletin Asya topraklarından bir bölümünü işgal etme yoluna gittiği takdirde, İngiltere Osmanlı devletini savunmak yükümünü yüklenmiştir. Buna karşılık Osmanlı Devleti’nin İngiltere’ye yönelik iki ayrı yükümü bulunmaktadır: Osmanlı topraklarında yaşayan Hristiyan ve diğer azınlık için ıslahat yapmak ve İngiltere’nin, yükümünü yerine getirebilmesi için Kıbrıs’a asker yerleştirmesine ve burayı idare etmesine rıza göstermek. İlhak ve bir noktada Kıbrıs Adası’nın idaremizden çıkışı kısaca bu şekilde gerçekleşmiştir.

Kurtuluş Savaşı sonunda imzalanan Lozan Barış Antlaşması da, Kıbrıs’ın statüsüne dair yeni düzenlemeler içermiş, bu antlaşmanın Kıbrıs’a ilişkin hükümleri uyarınca Türkiye, İngiltere’nin 5 Kasım 1914 tarihli açıklamasını, yani Kıbrıs’ın İngiltere’ye katılmasını tanımıştır.

Ada tarihi bakımından en önemli dönüm noktalarından biri, 1959 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Zürih Antlaşması ve ertesinde uzlaşılan antlaşmalarla, 16 Ağustos 1960 tarihinde iki toplumun ortaklığına dayalı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmuş olmasıdır. Ancak Kıbrıs Adası üzerindeki cumhuriyet esasına dayalı bağımsız bu devlet çok uzun ömürlü olmamıştır. Bu cumhuriyette kültür birleşmesi gerçekleşmemiştir. Bir ülkede yaşayan vatandaşların geleceğe doğru bakışlarında aynı yöne bakmaları devleti uzun soluklu yapar. Bu noktada bu devlet yapay bir devlet olmuştur.

Nitekim bunun yanında EOKA'cı Rumlar tarafından girişilen katliam, adadaki Türk toplumunu meşru müdafaa haline sokmuş ve her iki toplum varlıklarını ayrı ayrı sürdürmeye başlamıştır. Antlaşmalarla kurulmuş bulunan denge Türkiye aleyhine bozulmuş, Türkiye Garanti Antlaşması’nın hükümlerini yerine getirmek zorunda kalarak 20 Temmuz 1974'te milletlerarası anlaşmalardan doğan haklarını kullanmak üzere Kıbrıs'a müdahale etmek zorunda bırakılmıştır.

Öncelikle kurulan federe daha sonrasında güneyde ve kuzeyde bağımsız devlet olarak iki yönetim kurulmuştur. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 4 Temmuz 1990'da Avrupa Birliği'ne tam üyelik başvurusu yapmıştır, üye olmuştur. Kuzeyde kurulan Türk Cumhuriyeti tanınmamıştır. Batı ülkelerinin güneyde kurulan Rum devletini tanıması ile ve hatta Avrupa Birliği’ne üye yapması ile bir Türk Devleti olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımaması bir çifte standartlık örneğidir ve bu durum izaha muhtaç değildir. Esas amaç Kıbrıs’ın bir Yunan adası hâkimiyetine getirilmesinin sağlanması Türklerin, Akdeniz ve Ege Deniz’inde hiçbir hâkimiyetinin kalmamasıdır. Adeta Türkiye yalnızca kara sınırlarına çekilmesini sağlamak amaçlanmıştır. Uzun yıllar özellikle Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında başıboş bırakılan Kıbrıs, cumhuriyet sonrası yeni politikalarla Ada’da Türklerin de yaşadığını, gözünü kapatan tüm dünya devletlerine kendini gösterebilmiştir.

Diğer önemli olay olan yakın bir tarihimizde gerçekleşen 2004 yılındaki referandumdur. 2004 Annan Planı halkoylaması, Kıbrıs’ta yaşayan ve 1963'ten bugüne ayrı olan iki toplumu iki kesimli tek devlet bünyesinde birleştirmek maksadıyla yapılmıştır. Dönemin Birleşmiş Milletler genel sekreteri Kofi Annan tarafından hazırlandığı için Annan Plan’ı olarak anılmıştır. Annan Planı için yapılan referandum Kıbrıs Türkleri’nin kabulüne rağmen Kıbrıs Rumları’nın hayırı üzerine hayata geçirilememiştir. Rum yönetiminin ve halkının iradesi Türklerle yaşamak istememektir, bu durum açıktır. Tek taraflı istekler ile Rumlar tarafından hâkim ulus kavramının kabulü mümkün olmadığından Kıbrıs bir sorun olarak devam etmektedir.

Şu an ki hukuk sorunu, Kıbrıs Rum yönetiminin tüm Kıbrıs üzerinde iddiasını sürdürdükçe, meşru hükümetin sadece kendisi olduğunu iddia ettikçe çözülemeyecektir. Bir otorite olarak kuzey Kıbrıs’ta bir Türk devleti doğmuştur. On yıllardır otoritesini devam ettirmektedir.

Çözüm olarak iki federe devletin ortak iradesi ile federal devlet çatısı altında birleşerek çözülmesi pek mümkün değildir.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, şu an da Avrupa Birliği’ne üye durumdadır. Bir yanda kuzey tarafta kurulan otoriteyi tanımayan devletler var iken Avrupa Birliği’ne üye alınması uluslararası alanda çok ciddi soruna yol açmıştır. Avrupa’nın KKTC’ni tanımamasının artık bir önemi ve mahiyeti kalmamıştır. Her ne kadar bu Türk Devleti olarak tanınmasa da bütün siyasi, hukuki görüşmeleri ve diplomatik ilişkileri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yöneticileri yerine getirmektedir.

Çözüm yolunun artık belli olması nedeniyle, yakın gelecek de tarihi adımlarla art arda yapılacak olan gelişmelerle Kıbrıs Türk Devleti’nin tanınması sağlanmalıdır. Uluslararası alanda yapılacak olan etkinliklere katılması sağlanmalıdır. Ticari hacmi büyütülmelidir. Bu otorite kabul etmiyorsa eğer sosyal, siyasi ve ekonomik gelişmelerle kabul ettirilmelidir.

 

YORUM EKLE