Uze Tenri Basmasar. Tarihe Bir Göz atalım

Yazar-Şair Lütfi Uğur, sosyal medyada paylaştığı yazıda dikkat çene bir konuya değindi. “-…Yani Türkler belki de yer altından meydana gelen felaketlerde üstlerine bir şey yıkılmasın diye bildiğimiz çadır hayatı ile korunmuşlardır.”

Uze Tenri Basmasar.  Tarihe Bir Göz atalım

Uze Tenri Basmasar

Tarihe Bir Göz atalım

Yazar-Şair Lütfi Uğur, sosyal medyada paylaştığı yazıda dikkat çene bir konuya değindi. “-…Yani Türkler belki de yer altından meydana gelen felaketlerde üstlerine bir şey yıkılmasın diye bildiğimiz çadır hayatı ile korunmuşlardır.”

Uğur: “Dünyanın var oluşu, insanlığın var oluşu üzerinde bir düşünüp olaylara bir kafa yorduğumuzda; bugünün dünyasını geçmişle bağdaştırabilecek birçok ortak hadiseler çıkarırız. Bu ortak hadiselerden bazılarını bugün Türkiye de meydana gelen depremlerle eşleştirebiliriz. Bilim adamları dünyanın var oluşunu dünya uzay ilişkilerini bizden önce yaşayanların tabiattan aldıkları dersleri destanlarla, yazıtlarla bize ulaştırılar. Önce Maraş depreminde fay hattı dediğimiz yerin kırılıp yerin yarıldığını şöyle bir göz önüne alalım. Türk tarihinin geçmişine bir uzanalım. Gök Türkler, Orta Asya da tarih sahnesine çıktığında yapılan mücadeleleri alınan önlemleri yazdıran Gök Türk Kaanları o günden bugüne insanlığa bir ders vermişlerdir. Gök Türk Kaanı Bilge Kaan, taşlar üzerinde yazdırdığı hitabeye bugün Orhun Anıtları demekteyiz. İşte orada, Bilge Kaan’nın yazdığı şu cümleyi hatırlayalım.

*EY TÜRK MİLLETİ! ÜSTE MAVİ GÖK ÇÖKMEDİKÇE,

ALTA YAĞIZ YER DELİNMEDİKÇE SENİN İLİNİ VE TÖRENİ KİM BOZABİLİR."

Yani bizim başımıza felaketler ya gökten ya da yerin faaliyetlerinden olacaktır, buda yağız yer delinecek yarılacak anlamı ile izah edilmektedir. İşte bugün Maraş tan Hatay'a kadar yerin yarılması, Bilge Kaan’ın yüzyıllarca önce bize verdiği bir uyarı değil midir? Nuh Tufanı’nı düşündüğümüzde bununla ilgili çeşitli Milletlerin bize aktardığı destanlar var. Gökten günlerce yağmur düşmesi de yine Bilge Kaan'ın öğüdü ile çakışan bir olaydır. İstersek Mezopotamya’ya dönelim. Mezopotamya da bazılarının yaşadığını söylediği, bazılarının hiç yaşamadığı halde bir destan olarak kabul etiği Gılgamış'ı da bir hatırlayalım. Gılgamış'ın. Uruk kentine yaptığı dev gibi binalar ve onun etrafına dev gibi kayalardan ördüğü duvarlar, düşünüldüğünde geçmişte insanoğlu bugünkü apartmanlardan çok daha güçlü çok daha büyük binalar oluşturmuşlar. Bizim şu anda bulunduğumuz, Silifke de antik ören yerlerine bakıldığında ki bu ören yerleri Akdeniz boyunca uzanan dağların güne eteklerinde o kadar muhteşem kayalarla duvar örülerek yapılmış ki bugün bunların hiç biri yok. Hepsi yıkıntı halinde. Buradan gidelim Göbekli Tepe'ye. Kaç bin yıl önce yapıldığı bilinmeyen Göbekli Tepe yeni bulundu. Ama insanlar çok öncede yerleşim yerlerine taştan binalar dikmişler. Çin setini düşünelim. Kaleleri düşünelim, bugün Çin Seddi ve birçok kale ayaktadır. Fakat insanlığın çok eski yıllarında inşa edilen Uruk şehri, Babil'in asma bahçeleri, Alacahöyük Çatal höyük ve Hattuşaş yerleşim yerlerinde tek ayakta kalan bir şey yok. Hele bazıları tamamen toprak altında.

Peki bu eserleri ortadan yine onu yapan insanlar mı yok etti, ya da Bilge Kaan’ın dediği gibi üsten gök çöktü, alta yer delindi de bundan mı yok oldular. Hepimiz şunu söyleyebiliriz ki eskiden inanışlar. Gök tanrı gökteki güneş, gökteki ay yer altındaki tanrı, olunca Bilge Kaan’da felaketin sebebini gökten ve yerden gelecek tehlikelerle açıklamış. Yaşadığımız dünya da kıyamet dediğimiz alamete ulaşıncaya kadar yeryüzünün birçok tehlike ile karşı karşıya olduğunu biliyoruz. Gökten inen birçok tehlike yeryüzünde meydana gelen afetler böyle, böyle devam ederken bakın bu gün insanlara ne tavsiye edilmektedir. Geçmiş yıllardan beri Bingöl de Muş Varto’da ve daha birçok yerde meydana gelen depremlerde taş duvar veya beton yerine köylüler ağaç ızgaralar üzerine yine sepetvari ev biçimleri yaparak ve bunun içini ve dışını çamurla sıvayarak üstünü de hafif ağaçlarla örterek yıkılma riskinin sonuncu meydana gelecek kazaları ve ölümleri hafif atlatmaktalar. Peki Bilge Kaanı’n bu öğüdünden Türk milleti hangi yaşam biçimini ortaya çıkarmış derseniz, benim şahsi fikrim çadır hayatına geçiştir. Yani Türkler belki de yer altından meydana gelen felaketlerde üstlerine bir şey yıkılmasın diye bildiğimiz çadır hayatı ile korunmuşlardır.

SAĞLAM KAFA SAĞLAM VÜCUTTA OLUR DEDİĞİMİZ

GİBİ SAĞLAM VÜCUTTA SAĞLAM EVLERDE CANLI KALIR

Öyle şey mi olur demeyin, çünkü dün villası rezidansı köşkü olanlar bugün yok olan bu servetlerinin sonuncunda kendilerini bir çadıra atarak barınmaya çalışmaktalar. Şimdi milyonlarca lira sarf edilerek yapılan yarılmış çatlamış evleri fay hattının üstünden alıp başka bir yere taşımak mümkün mü sizce, belkide insanlık felaketlere karşı yeniden bir yaşam biçimi geliştirip şimdi dört gözle aradığımız karavanlara veya çadırlara bağlı bir yaşam biçimi kuracaklar. Yoksa 50 Yılda bile gelen bir çok depremlere karşı yine ev yapalım yine ölelim mi denecek. Şunu inkâr etmiyorum. Sağlam kafa sağlam vücutta olur dediğimiz gibi sağlam vücutta sağlam evlerde canlı kalır, fakat yeryüzünü kaplayan bütün insanlığın bu beton ve yarı çürük binalarda böyle öle öle de yaşaması mümkün değil.”

mersinistikbal

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER