Gaspıralı İsmail Bey’den, Mustafa Kemal ATATÜRK’e

TEK DİL, ORTAK ALFABE

Şair Yazar Heykel Sanatçısı Bolat Ünsal, Türk dünyasının gündeminde olan “Ortak Alfabe” hakkında görüşlerini açıkladı. Gazetemize gönderdiği makalesinde; Türk dünyasının tek bir alfabe ve tek dil etrafında birleşmesinin önemli olduğunu vurguladı. 

Bolat Ünsal: “Türk Dünyası ortak dil kullanımında yeni bir adım attı. 9 - 11 Eylül 2024 tarihlerinde, Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de gerçekleştirilen, TDT (Türk Devletleri Teşkilatı) toplantısında; 34 harften oluşan, Ortak Türk Alfabesi konusunda uzlaşma sağlandı. 1991 yılında başlatılan ortak alfabe çalışmaları 33 yıl sonra da olsa sonuca ulaşmış oldu. Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tataristan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilk etapta, ortak alfabeyi kullanma kararı alan ülkeler. Bu dildeki birlikteliğin diğer Türk halkları arasında da giderek yaygınlaşacağı inancını taşımaktayım. 

Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşları olarak kullanmakta olduğumuz 29 harf’e ek olarak; Ää, Ňn, Qq, Ww, Xx sesleri eklenerek yeni alfabe oluşturulmuş oldu. Bu da bize, Mustafa Kemal Atatürk’ün bir tek bize değil, bütün Türk Dünyasına ne kadar güzel bir alfabe bıraktığının bir kanıtıdır. Sadece 5 harf ekleyerek, Türk halklarının çoğunluğunun kullanabileceği bir alfabedir ortak alfabe. Türk Dünyasının çoğunluğu diyorum çünkü soydaşlarımız ortalama 29 ile 35 harf arasında konuşuyor. 

Kısa bir bilgi vermek gerekirse; Türkiye 29 harf, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 29 harf, Azerbaycan 32 harf, Kazakistan 33 harf, Özbekistan 33 harf, Tataristan 35 harf, Kırgızistan 36 harf, Türkmenistan 38 harf ile konuşmaktadır. Elbette istisnalar da vardır. Örneğin, Başkurdistan 42 harf, Gagauzya 31 harf, Tuva 18 harf, Uygurlar 14 harf ile konuşurlar. Bu rakamlar üzerinde uzlaşılan alfabedeki harf sayısının ne kadar isabetli olduğunu gösterir. Ayrıca bir not düşmek gerekirse de; Türklerin ilk alfabesi olan Göktürk/Köktürk bir başka deyişle Orhun Alfabesi de 38 harften oluşur. 

Sabri Tekli: Teknofest Türkiye’nin geleceğidir Sabri Tekli: Teknofest Türkiye’nin geleceğidir

İngiliz devletler topluluğu 151 milyon civarında bir nüfusa sahiptir. (yaklaşık rakamlar) Ama 53 ülkede İngilizcenin 1. Veya 2. Dil olarak konuşulduğu bilgisine rastlıyorsunuz. Bazı kaynaklara göre dünyada en çok konuşulan dil İngilizce, bazı kaynaklara göre de dünyadaki konuşulan 3. Dildir İngilizce. (Hindistan’ın 2. Resmi dilinin İngilizce olması bu istatistikleri önemli ölçüde etkilediği bir gerçektir.) Ama dünyanın her bölgesindeki İngilizce konuşan insanlar bir biri ile rahatlıkla anlaşabilirler. Tek gerçek budur.

Yine araştırmalardan çıkan yaklaşık sonuç; Dünyada 330 ile 370 milyon Türk yaşadığıdır. (Ancak benim iddiam şudur ki, çok sağlıklı bir araştırma yapılırsa dünyadaki Türklerin sayısının 400 milyonu geçeceği yönündedir.) Başka bir takım araştırmalara göre de, Türkçe dünyada, (43 ülkede) konuşulan 5 dilden birisidir. Ama ne yazık ki hiçbir soydaşımız ile rahatlıkla anlaşamıyoruz. Bu işte bir yanlışlığın olduğunu her aklı başında bireyin anlaması çok zor olmasa gerek. Kaldı ki, köklerimiz bir, kültürümüz bir. Dağıldığımız coğrafyadan ötürü dilimiz farklı lehçelere ayrılmış. Olmasa iyi idi ancak kısmen de olsa değişmiş. Geçte olsa bu yanlışın düzeltilme çalışmasıdır aslında. Ortak Alfabe çalıştayı.

Hiçbir zaman, hiç kimseye kendi doğrularınızı dayatamazsınız. Sorunların çözümü ortak akıl gerektirir. Uzlaşma gerektirir. Türk dünyasının, 34 harfli bir alfabenin etrafında buluşabilmesi ve bu alfabenin temelindeki 29 harfin, günümüz Türkçesinde kullanılıyor olması, Atatürk’ün nasıl bir dahi olduğunun anlaşılması açısından da çok önemli olduğunu önemsiyorum.

Biraz daha geriye gidecek olursak, Gaspıralı İsmail’e rastlarsınız. Ne diyor Gaspıralı İsmail Bey: “Dilde, Fikirde, İşte Birlik.” Bunu biraz açacak olursak; tek dil, ortak alfabe, ortak siyasi yapılanma, ortak ekonomi diyor.

Gaspıralı İsmail Bey; 1851 yılında Bahçesaray yakınlarındaki, Avcıköy’de dünyaya gelen; ünlü bir Türk düşünürüdür. 1914 yılında yine Bahçesaray da vefat eden Gaspıralı’nın, Turan Birliği düşüncesinin ilk savunucusu olduğu tezini ortaya atanlar da azımsanmayacak kadar çoktur. Tarihte, Tek Dil Ortak Alfabe düşüncesini ilk gündeme getiren bilim insanıdır Gaspıralı İsmail. (Tarihi kayıtlara göre.) Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ de Tek Dil Ortak Alfabe konusunun, öneminin farkındadır aslında.

ATATÜRK’ÜN TEK DİL ORTA ALFABE GÖRÜŞÜ

29 Ekim 1933 gecesi, birçok kurum ve kuruluşlarda olduğu gibi,  Ziraat Bankası Salonunda da, Cumhuriyetin 10. Yıldönümü kutlamaları büyük bir coşku ile gerçekleştiriliyor. Bir başka yerde, bir başka programda olan Gazi Mustafa Kemal Paşa; etrafındaki diplomatların ve yabancı uyruklu davetlilerin ayrılmasından sonra etrafındakilere “Bizimkiler nerede?” diye sorar. Bizimkiler dediği, Salih Bozok, Kılıç Ali, Nuri Conker, Recep Zühtü dür. “Ziraat Bankası Salonundaki Balodalar Gazi Hazretleri.” Cevabını alan Atatürk; “Ne duruyoruz o zaman bizde oraya gidelim.” der .

Salon tıka basa doludur. İçeriye girmenin olanağı yoktur. Atatürk’ü, genel müdürün odasına alırlar. Bir süre sonra Atatürk; “Neden beni buraya kapattınız? Biz buraya resim (Ziraat Bankasını sembolize eden duvardaki tablo.) seyretmeye gelmedik, baloya geldik.” Der. Etrafındakiler salona girmenin güçlüğünü anlatsalar da; “İyi ya, tam yerindeyiz. Aradığımız bu değil mi? İnsanlar demek meclis demek. Meclis demek konuşulacak yer demek.”

Koruma görevlileri salona inerek Atatürk’ün geldiğini haber verirler. Zar zor yol açılır. Salona giren, Gazi Mustafa Kemal Paşa bir sandalye ister ve üzerine çıkarak Kalabalığa hitaben: 

  “Cumhuriyetimizin onuncu yılını kutlamak için toplanmışsınız! Görüyorum hepiniz neşe içinde, mutluluk içindesiniz. Ben de sizden biri olarak, neşenizi, mutluluğunuzu paylaşmak için geldim. Bu büyük günde, devlet başkanınız olarak, sizin bana soracaklarınız vardır. Benim size söyleyeceklerim olabilir.”   

Sandalyede dikeldiği alandaki yurttaşlardan; sağa, sola ve geriye gidebildikleri kadar çekilmelerini ve ortada boş alan yaratmalarını söyler Gazi. Açılan alana bir masa ile sandalye ister. Oturur masaya ve salondakilere sorar, “Bana soracak sorusu olan var mı?”

İlk olarak bir deniz yüzbaşısı söz alır. Sonra bir vatandaş söz alır. Atatürk her ikisinin de sorularını yanıtlar. (Bunların detayına girmiyorum konumuzun dışında çünkü.)

Üçüncü olarak, 24, 25 yaşlarında görünen genç bir doktor kalabalıktan sıyrılıp söz ister. “Benim sormak istediğim bazı şeyler var, Gazi Paşa hazretleri.” Atatürk genç doktoru masanın karşısına oturtur, adını sorar ve dinlemeye başlar. Adının Zeki olduğunu ifade eden genç, bu yıl Tıbbiye’yi bitirdiğini söyler. Genç Doktor Atatürk’ün başarılarını ve kendisine duyduğu hayranlığı ifade eder. “Fakat üç şey var ki, bunları ya ihmal ettiniz, ya da başaramadınız! Ben bu üç şeyi sizden öğrenmek istiyorum Gazi hazretleri.” Der. 

Birinci soru; devrimlerdeki başarının bürokraside sağlanamadığıdır. Doktor Zeki, ikinci gözlemini de anlatır ancak kaynaklarda net değildir. Genç doktor üçüncü soruya geçer.

“Gazi Paşam! Saltanatı kaldırdık. Hilafeti, meclisin manevi şahsiyetinin içine aldık; bunlar yapılana kadar bir milletin ideali olabilirler. Fakat yapıldıktan sonra yeni bir düzen kurulur ve işler. Onun iyi işlemesini sağlamaya mecburuz. Yaptığımız öteki devrimlerde, yapıldıkları an ideal olmaktan çıkar. Artık ideallerimiz yaşadığımız gerçeklere dönüşmüştür. İyi ya da kötü sonuç vermesi bizim sorumluluğumuzdur. Ama bir de milletlerin; babadan oğula sıçrayan uzun vadeli idealleri vardır. Siz bize böyle bir ideal aşılamadınız! Yahut benim bundan haberim yok! Bunu bize açıklar mısınız Gazi Hazretleri?

Atatürk genç doktora başka sorusu olup olmadığını sorar. “Hayır!” yanıtını alır. Ve sözlerine devam eder.

“Haklısınız Zeki Bey, söyledikleriniz doğrudur. Eksiklerimiz var. İdeal ele geçince ideal olmaktan çıkar! Artık o, yaşanan korunan bir varlık olmuştur.” İlk iki sorunun yanıtını veren Gazi Paşa devam eder. 

“Üçüncü soruya gelince; Bunlar vicdanımıza yazılmış gerçeklerdir. Konuşulmaz yaşanır! Elbet bu milletin bir ülküsü olacaktır. Ama bu ülküler devletler tarafından açıklanmaz. Millet tarafından yaşanır. Nasıl bakarken gözlerimizi görmüyor, onunla her şeyi görüyorsak, Ülkü de onun gibi, farkında olmadan vicdanlarımızda yaşar ve her şeyi ona göre yaparız. Ben devlet başkanıyım! Sorumluluklarım vardır! Bu sorumluluklarım altında konuşamam! Bu konuda genç arkadaşımla ayrıca konuşacağım.”

Atatürk, salonu dolduran alkışlar arasından kalkarak, Doktor Zekiyi de yanına alarak Ziraat Bankası genel müdürünün odasına geçer, otururlar. Atatürk’ün arkasındaki duvarda bir Türkiye haritası vardır. Karşısında oturan Doktor Zekiye:

“Benim arkamdaki haritayı görüyor musun?”

“Evet Paşam.”

“O haritada, Türkiye’nin üstüne abanmış bir blok var, onu da görüyor musun?”

“Evet, görüyorum Paşa Hazretleri.”

“Hah… İşte o ağırlık, benim omuzlarımın üstündedir. Omuzlarımın üstünde olduğu için konuşamam! Düşün bir kere. Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya – Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Daha dün bunlar vardılar. Dünyaya hükmediyorlardı. Avrupa’yı ürküten Almanya’dan bu gün ne kaldı? Demek hiçbir şey sür git değildir! Bu gün ölümsüz gibi görünen nice güçlerden, ilerde belki pek az bir şey kalacaktır. Devletler ve Milletler bu idrakin içinde olmalıdırlar.” Ve devam eder.

“Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya – Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir! Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler, avuçlarından sıyrılabilirler. Dünya, yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir!”

“Bizim bu dostumuzun yönetiminde dil bir, inanç bir, öz kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya hazır olmalıyız! Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır!” 

“Milletler buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprülerini sağlam tutarak! Dil bir köprüdür. İnanç bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Bugün biz bu toplumlardan dil bakımından, gelenek görenek ve tarih bakımından ayrılmış çok uzağa düşmüşüz! Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur! Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli. Tarih bağı kurmamız lazım. Folklor bağı kurmamız lazım. Dil bağı kurmamız lazım… Bunları kim yapacak? Elbette biz! Nasıl yapacağız? İşte görüyorsunuz; Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumlarını kuruyoruz. Dilimizi onların diline yaklaştırmaya, tarihimizi ortak payda haline getirmeye çalışıyoruz. Böylece, birbirimizi daha kolay anlar hale geleceğiz. Bir sevgi parlayacak aramızda. Tıpkı bir vücut gibi, kaderde ve mutlulukta birbirimizi duyacağız ve arayacağız. Ortak bir dil amaçladığımız gibi, ortak bir tarih öğretimiz olması gerekli. Ortak bir mazimiz var. Bu maziyi bilincimize taşımamız lazım. Bu sebeple okullarda okuttuğumuz tarihi Orta Asya’dan başlattık. Bizim çocuklarımız orada yaşayanları bilmelidirler. Orda yaşayanlar da bizi bilmeli… İşte bunu sağlamak için de Türkiyat Enstitüsünü kurduk. Kültürlerimizi, bütünleştirmeye çalışıyoruz. Ama bunlar açıktan yapılamaz. Adı konularak yapılacak işlerden değildir. Yanlış anlaşılabileceği gibi savaşlara da sebep olabilir. Bunlar devletlerin ve milletlerin derin düşünceleridir.

“Bunları sana akıllı bir genç olduğun için söylüyorum. Açıktan söylemiyorum, kulağına söylüyorum. Sen bil, gerekçesini kimseye söylemeden böyle davran. Çevrenin de böyle davranması için gerekeni yap! İdealler konuşulmaz yaşanır! İşte senin sorunun karşılığını da böylece vermiş oldum.”

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, genç Doktor Zekinin kulağına fısıldadığı bu ideal ve görev bilincini, doksan yıldır yeni yeni duymaya başladık. Bu hata Türk gençliğinin değil, Türk gençliğine bu bilinci aşılayamayanlarındır. Ortak Alfabe; Türk Halklarının kaynaşmasında, sosyal, kültürel ve tarihsel bütünleşme açısından yeni bir dönüm noktası olacaktır. Bu bir geçiş sürecidir. İlkokullardan itibaren okutulmaya başlanır ve her geçen yıl yaygınlaşır ve dilde birlik sağlanır. Dünya ile uyum açısından ortak alfabenin Latin harfleri ile oluşturulması doğru bir eylem planıdır bana göre. Ancak bir de Türk’ün öz alfabesi var. Orhun / Göktürk Alfabesidir adı. Bu alfabenin de, atalarımızın mirasına sahip çıkılıp ve yaşatılması açısından, Türk Halklarının çocuklarına okullarda öğretilmelidir. Dil bir ulusun kimliğidir. Kimliğini kaybeden geçmişini kaybeder. Geçmişini kaybeden geleceğini kaybeder.”

Editör: Rüştü Aydın