Sözcüklerin İsyanı

 

Kendimi ele verirken, itirafta ediyorum…

Bende bu önemli konuda tutarsızım.

Bunun üzerine şunu söyleyebilirsiniz; ‘’ halka verir talkını kendi yutar salkımı’’

Yani, ‘’kendi verdiği öğütlere, kendisi uymaz.’’

Haklısınız…

Öncelikle  kendimize birkaç soru sorarak başlayalım.

Dilimizde kullandığımız yabancı sözcükler bizi gerçekten hiç rahatsız etmiyor mu?

Kadim geçmişi olan Türkçemize yakışıyor mu?

Bu sorulara cevap aramak gerekiyor.

Dilimize pervasızca saldıran sözcüklerin büyük bir çoğunluğu risk analizi yapıldığında birinci derecede İngilizce, sırasıyla Fransızca ve Arapça…

Aslında bu durum çokta yeni değil.

Bir çok kaynaklara göre Göktürk yazıtlarında 1 civarında yabancı sözcüklere rastlıyoruz. Bunun da önemli bir kısmını Çince oluşturmaktadır. Yerleşik hayata geçen Uygurlar döneminde bu oran 1-12 arasında olurken, İslamiyet’in kabulü ile birlikte bilim dili Arapça, Edebiyat dili Farsça olarak kullanılmış, Cumhuriyet dönemine kadar bu iki dilin karması olan Osmanlıca veya Osmanlı Türkçesi adı verilen yeni bir dil oluşumu meydana gelmiştir.

Yani özetle zamanın ve koşulların ihtiyaçlarına göre bazen de ‘’yabancılaşma’’ ile dilimiz yoğun  bir baskıyla ciddi bir yabancı sözcük tazyikine uğramıştır.

Bunda bizim feraset eksikliğimiz yok mu?

Mesela; ‘’WC’’ yerine ‘’Tuvalet’’ desek; ‘’Restaurant’’ yerine ‘’Lokanta’’ diyebilsek; ‘’Plaza’’‘’İş merkezi’’ olarak ifade edebilsek ne kaybederiz?

Hiçbir şey… Tam tersi aslında çok şey kazanırız…

Türkçemizi yeniden kazanırız. Dil kültürümüzü yeniden tanımlarız.

Dilimize giren yabancı sözcükler zaman içinde milli kültürün içeriğini kirletmekte ciddi zararlar verebilmektedir. Bu sayede dilimize giren yabancı sözcükler dilimizi melezleştirmekte “kırma” bir dil yapısına zemin hazırlamaktadır. Oysa yapmamız gereken dilimize saflaştırma ve bu gibi çabaları cazip hale getirecek önlemler almak, benzer çabaları teşvik etmekten geçmektedir.

Geçmişte, görev yaptığım Çamlıyayla ilçesinde İlçe Belediyesi ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün ortaklaşa düzenlediği harika bir okul münazarasına davet edilmiştim.

Aslında işimin yoğunluğu nedeniyle benzer etkinliklere katılabilmem biraz zordu ancak her nasılsa bu etkinliğe katılma imkanı buldum. Münazara çok faydalı, öğretici ve öğüt vericiydi.

Münazaranın konusu: ‘’Sosyal medyanın zararları ve faydalarıydı.’’

İki gurup öğrenciden bir gurubu eleştirel bir dille örneklemeler kullanarak sosyal medyanın zararlarını teşhire çalışırken diğer grup faydalarını izaha çalışıyordu.

Sosyal medyanın zararlarını anlatan grup akıllı cep telefonlarında artık klişe olan, ‘’tamam’’ yerine ‘’ok’’, ‘’ne haber’’ yerine ‘’nbr’’, ‘’selam’’ yerine ‘’slm’’, gibi Türkçeyi iğfal eden kısaltmalardan dem vurarak zararlarını savunuyor, diğer grup ise sosyal medya araçlarının uzağı yakın eden amaçlarını, bilginin evrensel hedeflerine ettiği hizmeti anlatması yönüyle faydasını savunuyordu. Böyle bir etkinliğe uzun süredir gitmemiştim ve benim için gerçekten etkileyiciydi.

Aslında neticeyi ortaya koyan sonuç bir nesneyi; ‘’  hangi amaç, hangi ölçü”  kısaca  sosyal medyayı  “ nasıl’’ kullandığınla ilgiliydi.

Münazara sonunda Türkçede meydana getirdiği tahribat nedeniyle aşağılanan ve sanık sandalyesine oturtulan  ‘’ sosyal medyanın ’’ kendisi oldu.

Bizler adımız ne olursa olsun yazar, çizer, sosyal medya kullanıcıları, ne olduğumuza bakılmadan hepimizin dilimize karşı sosyal sorumluluk bakış açısıyla kültürel mesuliyetlerimiz vardır. Bu mesuliyet kültür hiyerarşisi içinde ilk sırayı alan kendi dilimizi  yerinde kullanmaktan geçmektedir.

Yoksa öz dilimize bu kadar yıl dayattığımız travma karşısında ileride ‘’ sözcüklerimizin haklı  isyanı’’ ile yüzleşemeyiz.

 

YORUM EKLE